Prof. Dr. Önder Ergönül: “Şuan İçin Zika Virüsü Türkiye İçin Ciddi Bir Tehdit Oluşturmuyor

Prof. Dr. Önder Ergönül: “Şuan İçin Zika Virüsü Türkiye İçin Ciddi Bir Tehdit Oluşturmuyor

ABONE OL
13 Mart 2016 12:33
Prof. Dr. Önder Ergönül: “Şuan İçin Zika Virüsü Türkiye İçin Ciddi Bir Tehdit Oluşturmuyor
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları (KLİMİK) Derneği Başkanı Prof. Dr. Önder Ergönül, zika virüsünün tüm dünyayı alarma geçirdiğini kaydederek, “Şuan için zika virüsü Türkiye için ciddi bir tehdit oluşturmuyor. Ancak salgın bölgelerine seyahat eden gebeler risk altında olabilir. O bölgelere gitmemelerini öneririz” dedi.

Enfeksiyon hastalıkları her dönem insanlığı tehdit etmeye devam ediyor. Günümüzde ulaşımın kolay ve hızlı olması, kalabalık nüfus, bazı bölgelerde temiz ve kullanılabilir su kaynaklarının yetersiz olması, küresel iklim değişiklikleri, savaş ve ekonomik nedenleriyle yaşanan göçler, kısacası küreselleşme sonucu bulaşıcı enfeksiyon etkenlerinin yayılımı her geçen gün artıyor. Yine gelişen teknolojik yöntemlerle bu hastalıkların çoğuna tanı koyulabiliyor. Hastalık etkenleri tanınır hale geldiği için ve kitlesel iletişimle daha hızlı tehdit oluşturur hale geldi.

30 yıl önce kurulan KLİMİK Derneği, düzenlediği kurultayda enfeksiyon hastalıklarını tüm yönleri ile masaya yatıracak. KLİMİK Derneği Başkanı Prof. Dr. Önder Ergönül, bu sene zika virüsünün tüm dünyanı alarma geçirdiğini kaydederek, “Sivrisineklerle bulaşan bu hastalık 2007 yılından önce insanlarda çok nadir olduğundan virüs ile ilgili geniş kapsamlı çalışmalar yapılmamıştır. Bu nedenle gelecekte bu virüsün neden olduğu yeni hastalıkların da saptanabileceği düşünülmektedir” dedi.

Ergönül, şuan Türkiye için bir risk olmadığını vurgulayarak, “Şuan için zika virüsü Türkiye için ciddi bir tehdit oluşturmuyor. Ancak salgın bölgelerine seyahat eden gebeler risk altında olabilir. O bölgelere gitmemelerini öneririz” şeklinde konuştu.

Prof. Dr. Ergönül, zika virüsü ile enfekte olan beş kişiden birinde hastalık geliştiğini söyledi. Ergönül, “İnfeksiyon yüzde 80 asemptomatik geçer ve enfeksiyon oluştuğunda da hafif seyirli ve kendini sınırlar niteliktedir. En sık semptomları ateş, döküntü, eklem ağrısı ve konjonktivittir (göz iltihabı). Bunlara ilaveten kas ağrısı ve baş ağrısı da görülebilir. İnkübasyon periyodu bilinmemekle birlikte muhtemelen birkaç gün ile bir hafta arasında olması muhtemel görünmektedir. Zika virüs enfeksiyonuna bağlı ölüm çok nadirdir. Virüs enfekte kişilerin kanında yaklaşık bir hafta kalır ancak bazı kişilerde bu süre uzayabilir” dedi.

Prof. Dr. Ergönül, Dünya Sağlık Örgütü’nce zika aşısı ile ilgili ilk adımların atıldığının açıklandığını kaydederek, “Dünya Sağlık Örgütü ,zika virüsüne karşı aşı geliştirilmesi ve yaygın testlerin başlamasının 18 ay alabileceğini ifade etti. Hastalığı önleyecek ya da tedavi edecek spesifik bir ilaç bulunmamaktadır. Semptomatik tedavi önerilir. İstirahat, bol sıvı alınması, ateş ve ağrı için parasetamol alınması, aspirin ve diğer nonsteroid antienflamatuarların alınmaması öneriler arasındadır” şeklinde konuştu.

KLİMİK Derneği Genel Sekreteri Süda Tekin ise hastalığın geçen ay Amerika’da bir kişiye cinsel yolla bulaştığını ifade ederek, “Hastalık asıl olarak sivrisineklerle insanlara bulaşır. Ancak geçen ay içinde ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi, Teksas eyaletine bağlı Dallas kentinde bir kişiye cinsel ilişki yoluyla zika virüsü bulaştığını açıkladı” diye konuştu.

Prof. Dr. Tekin, gebelere sivrisinek sokması ile bulaşan virüsün bebeğin beyin gelişimini engelleyip kusurlu doğumlara neden olduğunu belirterek şunları söyledi:

“Brezilya’da yapılan çalışmalara göre özellikle gebe kadınlarda, eğer enfekte olunmuşsa olmayanlara göre 20 kat daha fazla mikrosefali, yani beyin ya da kafa küçüklüğü riski var. Mayıs 2015’te Pan Amerikan Sağlık Örgütü Brezilya’da ilk doğrulanmış zika virüs olgusuna ilişkin uyarıyı yayınladı. Brezilya’daki salgında Guillain-Barre sendromu ve gebelerde doğum anomalileri ve düşük olguları rapor edildi. Bunları sonucu olarak da Hastalıkları Kontrol Merkezi seyahat edeceklere uyarılar yayınladı. Dünya Sağlık Örgütü ise 01.02.2016’da mevcut durumun uluslararası endişe yaratan bir halk sağlığı sorunu olduğunu açıkladı. Taşıyıcısı olan Aedes aegypti cinsi sivrisinekler zaten ülkemizde var. Dolayısıyla infekte bir kişi ülkemize gelirse sivrisinek ısırırsa elbette yayılım olabilir. Ancak halen ülkemizde tanı konulmuş hasta yok.”

“DOMUZ DEĞİL İNSAN GRİBİ”

KLİMİK Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Alpay Azap da, kurultayda ele alınacak konulardan birinin de grip olduğunu belirtti. Alpay Azap, “Türkiye’de bu sene griple ilgili çok şey söylendi ama bu seneki rakamlar geçtiğimiz senelerle aynıydı. Dolayısıyla bu seneye özel bir hasta artışı söz konusu değil. Grip her yılki kadar hastalık ve ölüme yol açtı denilebilir. Tekrar hatırlatmakta fayda var zaten dünya üzerinde her yıl 500 bin-1 milyon insan gripten hayatını kaybediyor” diye konuştu.

Prof. Dr. Alpay Azap, bu yıl görülen gribin diğer mevsimsel griplerden bir farkı olmadığını kaydederek, “Çünkü artık bu ’insan gribi’. Doğru isim vermek gerekirse Pandemik H1N1 gribi. Zaten grip virüsleri hep böyledir. Doğadaki asıl kaynağı yabani kuşlar ve onlardan hastalığı alan domuzlardır. Bu hayvanlardan insana bulaşırlar. İlk bulaştıklarında henüz insandan insana bulaşma yeteneği kazanmadıkları dönemde bu şekilde ’domuz gribi’, ’kuş gribi’ gibi isimler alırlar. Ancak insandan insana bulaşmaya başladıkları zaman artık insan virüsüdürler ve mevsimsel grip yaparlar. Tıpkı halen insanlarda mevsimsel grip yapan H3N2 virüsü gibi. Bundan sonra yeni bir virüs ortaya çıkana kadar 10-30 yıl boyunca mevsimsel grip bu virüslerle olacak. Yani bizim için bu virüs artık mevsimsel grip virüsü. Diğer mevsimsel grip virüslerinden de çok farklı değil” şeklinde konuştu.

Prof. Dr. Azap, gripte yapılan en büyük hatanın hafif şikayeti olan ve risk grubunda bulunmayan hastaların grip ilacı kullanması olduğuna dikkat çekerek, “Yapılan en büyük yanlış hafif şikayeti olan ve risk grubunda bulunmayan hastaların grip ilacı kullanmasıdır. Hem ilaçların yan etkisi nedeniyle hem de virüslerin de tıpkı bakteriler gibi ilaçlara direnç geliştirmesi söz konusu olduğundan bundan kaçınmak gerekir. Grip olan bağışıklık sistemi baskılanmış kişiler, iki yaşından küçük çocuklar ve 65 yaş üstündeki kişiler, şeker hastaları, kronik kalp ve/veya akciğer hastalığı olanlar, kronik böbrek veya karaciğer hastalığı olanlar, geçirilmiş felç, alzheimer gibi sinir hastalığı olanlar, gebeler ve yeni doğum yapmış olanlar, aşırı derecede kilolu kişiler ve bu gruplarda yer alsın almasın ateşin 3 günden uzun sürdüğü ve/veya solunum sıkıntısı gelişen hastalar mutlaka doktora başvurmalıdır” dedi.

“65 YAŞ ÜZERİ OLANLAR VE BAĞIŞIKLIĞI BASKILANANLAR İÇİN GRİP AŞISI GELİŞTİRİLDİ”

Prof. Dr. Azap, aşının koruyuculuğunun kişinin yaşı ile yakından ilgili olduğunu vurgulayarak, “Aşının koruyuculuğu kişinin yaşıyla yakından ilişkili. Yaş ilerledikçe, özellikle 65 yaş üzerinde koruyuculuk azalıyor. Bağışıklık sistemi baskılananlarda da aşının koruyuculuğu azalmaktadır. Bu gruplar için yüksek dozda antijen içeren aşı geliştirilmiş durumda. Aşı ABD’de kullanımda, Türkiye’de de yakın zamanda kullanıma girecek. Aşının koruyuculuğunu etkileyen önemli bir faktör de toplumda dolaşan virüslerle aşıda bulunan virüslerin aynı ya da çok benzer olup olmaması. Grip virüsleri sık sık şekil değiştirdiği için Dünya Sağlık Örgütü her yıl önümüzdeki grip sezonunda hastalık yapması beklenen üç veya dört virüsü aşı için seçiyor. Eğer aşı üretilip kullanıma girene kadar geçen bir kaç aylık sürede virüslerde şekil değişikliği olmazsa aşı çok iyi koruma sağlıyor. Değişiklik olursa koruyuculuk azalıyor ama hiç bir zaman sıfırlanmıyor. Bu sene aşıdaki suşlarla toplumda dolaşan suşlar çok benzer olduğu için aşı koruyuculuğu iyi oldu. Ancak sorun şu ki çok az kişi grip aşısını oluyor” dedi.

Prof. Alpay Azap, Türkiye’de girip aşısı yaptırma oranının çok düşük olduğunu kaydederek, Gribin ağır seyretme riski yüksek olan gruplarda bile aşılanma çok düşük düzeyde kalıyor. Bizim Ankara’da yaptığımız büyük bir çalışmada risk grubunda olan hastaların yüzde 27’si aşı olmuştu. Gelişmiş batı ülkelerinde bu oran yüzde 50’nin üzerine çıkabiliyor, sağlık çalışanları arasında ise yüzde 80’leri buluyor. Bizde bu kadar düşük olmasının çeşitli nedenleri var. Çalışmamızda bu nedenlere ilişkin ilginç sonuçlar çıktı. Örneğin hekimlerin aşı önermesi durumunda hastaların yüzde 90’dan fazlası aşıyı oluyor. Bu nedenle hekimlere de önemli sorumluluk düşüyor. Çalışmamızın sonuçlarını yazılı bildiri olarak 30’uncu Yıl Kurultayımızda paylaşacağız” diye konuştu.

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.